SEYEHAT

Bisikletle Berlin’i keşfetmek

Bisikletle Berlin'i keşfetmek

Berlin’e çeşitli sebeplerle üç kez yolum düştü. İlkinde ünlü Berlin Filarmoni Orkestrası’nı izlemek için, ikincisinde Küçük İstanbul diye anılan Türk mahallesi Kreuzberg’teki Türk müzisyenleri haber yapmak için, üçüncüsünde ise Vestel’in katıldığı teknoloji fuarı için… Bu üç gezi de üç ayrı Berlin hikayesi olarak hayatıma girdi ama ben en çok üçüncüyü sevdim. Niye mi? Yazacağım… Berlin her ziyaretçisine, o anki ruh haline, duygu durumuna ve talebine göre seçenek sunan bir şehir. Bu şehrin bir burcu olsa sanırım İkizler olurdu… Çok kişilikli, inişli çıkışlı, renkli… Çok eğlenmek istiyorsanız; Berlin Avrupa’nın gece hayatı en renkli şehri olduğu için size sabaha kadar binbir alternatif sunar. Daha marjinal ve bohem takılmak istiyorsanız; Kreuzberg sokakları bunun için hazırda sizi bekler… “Tam anlamıyla bir turistim” diyorsanız; 2. Dünya Savaşı’nın tüm izlerini taşıyan sokakları, meşhur Dom Katedrali, Müzeler Adası, Zafer Takı, Berlin Duvarı, Yahudi Müzesi, Hayvanat Bahçesi ve kafeleriyle dört dörtlük bir turizm şehrine bürünür… Sanat tutkunuysanız; galeriler, senfoni orkestrası, festivaller bu şehirde anlam kazanır… “Tüm bunlardan biraz ama daha çok sonbahar huzuru arıyorum” diyorsanız yani tam da benim gibi düşünüyorsanız, işte o zaman şehrin yeşilliği, parkları, bisiklet yolları size aradığınız huzuru vermeye hazırdır… İnsanın günlük yaşamından uzaklaşması, rutinden kopması kolay değil. Bunu yapabildiğimiz zamanlar seyahatler. Ama seyahatleri bir telaş ve koşturma içinde yaptığınızda, görev bilinciyle hareket ettiğinizde dinlenmek yerine daha çok yorulmanız mümkün. O yüzden bir şehrin tadını çıkarmak için kendinizi akışa bırakmalısınız. Biraz oralı gibi rol yapmalısınız. İşte o zaman şehir sizi kabul eder ve tüm güzelliklerini sunmaya başlar. Berlin’de sabahları sokaklarda bir telaş olur. Özellikle Tiergarten’de yani, şehrin ortasında kurulmuş devasa parkta bisikletleriyle işe, okula yetişmeye çalışanlar bir o yana, bir bu yana pedallarını çevirirler. Bu yüzden sabahları şehre yukarıdan bakan bir göz olsa, aşağıda karıncalar gibi sıra halinde hareket eden bisikletlileri görebilir. Kahvaltı bile etmeden erken kalkıp, bir bisiklet kiralayıp, Tiergarten’e atın kendinizi. Şehrin göbeğindeki bu parkı gezerken, küçük molalar vererek, Bellevue Sarayı, Çan Kulesi, Zafer Sütunu, Bismarck Anıtı ve Prusyalı generallerin heykellerinin önünde fotoğraf çektirebilirsiniz…

Napolyon’un Paris’e götürdüğü ihtişamlı Quadriga

Kahvaltı bitip, enerji depoladıktan sonra pedala kuvvet yola devam… Artık bisiklet kullanmaya ufak ufak alıştığımıza göre, şehirde turlamanın vakti geldi. Tiergaten şehirdeki turistik simgelerin tam ortasında yer aldığı için, bisikletle parktan çıktığınız andan itibaren hepsi tek tek karşısınıza çıkıyor. Parktan çıktıktan sonra Brandenburg Kapısı tüm ihtişamıyla sizi karşılar. Yapımına 1788 yılında başlanan ve üç yılda tamamlanan şehrin ana sembollerinden biridir. Hemen kuzeyinde Reichstag bulunur. Soğuk savaş boyunca, Reichstag Batı Berlin’de, Brandenburger Kapısı Doğu Berlin’de yer almış. Kapının en üstünde 1793 yılında Alman heykeltıraş Johann Gottfried Schadow tarafından yapılan Quadriga var. 1806’dan sonra, Napolyon, Jena- Auerstedt Muharebesi’nde Prusya’yı yenince Quadriga’yı yerinden söktürür ve ve Paris’e götürür… 1814 yılında Prusyalı General Ernst von Pfuel Napolyon’u yenip Paris’i ele geçirince Quadriga’yı Berlin’e getirir. Brandenburg Kapısı önünde fotoğraf çektirmek adetten. Çekinmeyin çektirin!

Tiergarten’da pedal çevirip, göletin kenarında soluklanın!

Karnınız açıkmaya başladıysa istikamet, parkın içinde yer alan Cafe am Neuen See… Bisikletinizi kilitlemeyi unutmayın! Cafe am Neuen See, gördüğünüzde büyüleneceğiniz kadar güzel bir yer. Parkın içinde yer alan göletin yanına konumlanmış halde… Beyaz tahta masaları ve sandalyeleriyle, sabah akşam şamdanlarda yaktıkları uzun mumlarıyla bir masal diyarı gibi… Özellikle bu mevsim, sararan yapraklar göletin üzerinde salınırken, kendinizi bir anda başka bir ruh halinde bulabilirsiniz. Tatlılar, krepler, pie’lar ve kahvaltı seçenekleri arasında en uygununu seçip, uzaklara bakarak hayal kurmak için ideal…Berlin’desiniz, şehrin göbeğindesiniz ama huzur kanınızda gezinmeye başladı bile…

Çarpıcı soykırım anıtı

Kapının ilerisindeki Soykırım Anıtı, ilginç bir sanat eseri. Her bakanın farklı hissettiği ve anlamlandırdığı bu anıt, ilk bakışta soykırımda ölenlerin mezarlarını temsil ediyor… Ama sanatçının anıtı yaparken yorumunun farklı olduğu söyleniyor; ABD kökenli bir mimar olan Peter Eisenman tarafından tasarlanmış olan anıt mezar, 19 bin metrekarelik bir alana yayılmış 2 bin 711 adet beton bloklardan oluşuyor. Her biri değişen yüksekliğe sahip bu taş kütlelerin üzerinde Yahudi medeni kanunu, tören kuralları ve efsanelerini kapsayan dini metinlerden oluşan Talmud’un birer sayfası yer alıyor. Anıt mezarın tasarımcısı Peter Eisenman’a göre bu tasarımın amacı oldukça rahatsız edici ve kafa karıştırıcı bir ortam yaratmak… Böylelikle bu tasarımlar sözde düzenli olan bir sistemin insanlıkla bağının kopmasını simgeliyor. Anıt, İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinin 60. yılı olan 10 Mayıs 2005’te açıldı.

Kreuzberg’i mutlaka görün ama gece gidin!

Kreuzberg, genelde Türklerin yaşadığı Berlin şehrinin merkezinde bir semt. Türkler arasında ‘Küçük İstanbul’ diye anılır. Semtte Türk nüfusu oldukça fazla. Kreuzberg gençliğinin üzerinde Afro-Amerikan, hip hop kültürünün etkisi son derece hakim. Birçok Türk restoranın yanı sıra, farklı ülkelerden göçenlerin kendi yemek kültürlerini de taşıdığı Kreuzberg’de, alternatif gece yaşamı da etkili. Berlin’in tarihi bölgelerinden biri de olan Kreuzberg’de, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan tarihi eserlerin toplandığı müzeler de yer alıyor.

İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde

Berlin’de yapılacaklar bitmez. Bu güzel şehri içinize sine sine gezmek istiyorsanız, en az üç gün ayırmalısınız… Mesela Check Point Charlie, şehrin turistik ama simge yerlerinden biri.. Berlin’de İkinci Dünya Savaşı’nın izlerinin şu anda bile temsili olarak yaşatıldığı yegane yer. İkinci Dünya Savaşından sonra Berlin; Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin yönetimine girmiş ve her ülke kendisine ait bölgeyi kısa süre de olsa ilan etmiş. Burası aslında C bölgesi olarak geçiyor. Rusya ile Amerikan bölgesini birbirinden ayırıyor. Daha sonra da Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın birbirinden ayrıldığı yer oluyor. Şu anda hala temsilen bir asker burada duruyor ve turistlerle birlikte fotoğraf çektiriyor. Bu sokakta Yahudi Müzesi de yer alıyor. Girip savaş sırasında yaşananları görmekte ve tarihten ders çıkarmakta fayda var. Postdam Meydanı ve Alexanderplatz Meydanı herkesin buluşma noktası. Küçük alışveriş molaları için ideal….

Sonbaharda Berlin bir başka güzel

Brandenburg Tor’u arkanıza alıp parkın içine yürürseniz bir kilometre kadar uzaklıkta Zafer Sütunu’na varırsınız… Danimarka – Prusya savaşında, Prusya’nın zaferi adına 1864’ten sonra yapılmış 70 metre yüksekliğinde imiş. Tepesinde terası var biz çıkmadık, tercih size kalmış. Brandenburg kapısının diğer tarafı ise Unter den linden, Nazi zamanında Hitler’in düzenlediği büyük geçit törenlerinin yapıldığı cadde. Buradan bisikletinizle Berlin Katedrali’ne ve müzeler adasına kadar gidebilirsiniz. Bu sırada yolunuzun üstünde Humboldt Üniversitesi var. Bu üniversiteden mezun 29 kişinin Nobel ödülüne layık görüldüğünü belirtmekte fayda var.

Bergama Müzesi’ni görmeden olmaz!

Müzeler Adası’na varmadan önce Berlin Katedraline girmenizi kesinlikle öneriyorum. Hatta üşenmeden katedralin en üstüne kadar çıkın… Şehir buradan harika görünüyor. Katedral 1700’lerin ortasında Johann Boumann tarafından Barok tarzında tasarlanmış. 1894 yılında Alman İmparatoru II. Willhelm kilisenin yıkılarak yeniden yapılmasını emretmiş. Mimar Julius Raschdorff tarafından yeniden Neobarok tarzında tasarlanan katedral 1905 yılında bitmiş… II. Dünya Savaşı sırasında ağır hasar gören katedral, 1975-1981 yılları arasında bu kez mimar Günter Stahn tarafından tasarlanarak yeniden yapılmış. Ve Müzeler Adası… Beş müzeden oluşan bir ada… Ama vaktiniz kısıtlıysa, önceliği Bergama Müzesi’ne vermenizi öneririm. Ama burada biraz içiniz burulacak benden uyarması… Bergama Zeus Sunağı, Milet’in Market Kapısı, İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı gibi yapılar ve bu yapılara ait eserler, gerçek yerlerinden ayrıntılı bir şekilde toplanarak bu müzede yeniden birleştirilmiş. Özellikle Bergama ve Milet’ten alınan eserlerle oluşturulan koleksiyonun Almanya’ya yasal olarak getirilip getirilmediği konusunda tartışmalar var. Müzeler Adası’nda Bergama Müzesi dışında, Eski Müze, Yeni Müze, Bode Müzesi ve Eski Ulusal Galeri de yer alıyor…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir