Yalın yalnızlık nasıl mümkün? – Pudra.com

@Pudra özel haberidir, izinsiz kullanılamaz.
28.05.2015

‘Yalın’ bir yalnızlık arar dururuz aslında. İçimizden gelen, şöyle ferah bir nefes almak ve kendimizi dinleyeceğimiz bir anın içinde kaybolmaktır. İnsanoğlu olarak severiz böyle yalnızlıkları, kafa dinlemeleri… Kendimizle baş başa olmanın getirdiği ayrıcalıklı hazlardan bol bol esinleniriz, huzur yaratırız.

Ancak bazı yalnızlıklar bu kadar yalın olmaz. Bazı yalnızlıkların içinde büyük kalabalıklar vardır. Sevdiğimiz kişi tam karşımızdadır, hatta dost bildiklerimiz yanı başımızdadır, yemek masasının başında, kalbimizde o tarifsiz rahatsızlık hissiyle otururuz. İşte o his, yapayalnızlıktır.

Özdemir Asaf ‘Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz’ der… Doğrudur. Yalnızlık tek yaşanması gereken bir duygudur. Peki hangi noktada acıtmaya başlar? Hangi noktada teklik şartı ortadan kalkar ve o yemek masasının başındaki yalnızlık boy gösterir?

İnsan, hayatının anlamlı olması için temasta olmak ister. Birilerinin onu anladığını, onunla hem fikir olduğunu, çatışmalarda fikir ayrılıklarını hissettirdiğini, beraber keyif aldığını hissetmek ister. Ancak o zaman kendisini bir bütünün parçası olarak görebilir. Bu somut temas anları ona yaşadığını, hatta var olduğunu hissettirir.

Yaşamı dolduran anları aktif olarak yaratmak için emek harcarız. İlişkilerimize yatırım yaparız. İlgileniriz, ararız, sorarız, severiz, kutlarız… Yıllar içinde bu ilişkiler hayatlarımızın parçası olurlar. Ortak anılarımız çoğaldıkça, beraber yaşanılan her deneyim daha derin, daha zengin hissedilir. Bu da bizleri yalnızlığımızın acıtan halinden korur.

Ancak yıllar geçtikçe, yeni yaşlarımıza adım attıkça, yeni alışkanlıklarımız, yeni beklentilerimiz, yeni benliklerimiz oluşur. Anlar, eskisi kadar keyif vermemeye başlayabilir. İnsanlar, eskisi gibi doyurmuyor olabilir. İşte o noktada, kendimizi yapayalnız hissetmeye başlarız. Gerçekten içimizde olanı anlatamadığımız, yaşımızın getirdiği hayat sorgulamalarını paylaşamadığımız, içten içe kendimize ve çevremize yabancılaştığımız bir dönem başlamıştır.

Bunun en önemli sebeplerinden biri, insanoğlu olarak kalıplarımızın dışına çıkmakta ve yaşananlara dışarıdan bir göz olarak bakmakta zorlanmamızdır. Süregelen alışkanlıklarımızın değişmesi garip gelir, eski insanlarla denenmemiş şeyler yapamayacağımıza inanırız ve en önemlisi hayatımıza yeni insanlar katmak ve belki de eski insanların bazılarının hayatımızdan kopup gitmelerine izin vermek imkansız gelir. Alıştığımız çevre, ayağımızın alışık olduğu restoran, elimizi attığımızda telefon ettiğimiz o tanıdık ses vazgeçilmez gelir. Oysa belki de ben artık değişmişimdir ve hayatımın da benimle değişme vakti gelmiştir.

Elbette hayatımızdaki insanların yaklaşımları da, özellikle romantik bir ilişki yaşadığımız kişiyle olan iletişimimiz ve o kişinin ilişkideki tutumu da yapayalnızlık duygusunu tetikleyen unsurlardır. Sevgilimiz ya da eşimizle kurduğumuz bağın kattığı derin temas hissi başka hiçbir ilişkide yoktur. İşte tam da bu yüzden bu ilişki duygularımızı kökten değiştirecek etkiye sahiptir. Ancak bu tesir bizim izin verdiğimiz ve zihinsel olarak kabul ettiğimiz kadar bizi etkileyebilir. Var olan durumu nasıl yorumladığımız, ne kadar içinden çıkılmaz ve değiştirilemez gördüğümüz, yani kendi algımız tetiklenen duygularımızın yer etmesine sebep olur.

Şartlar, değişen bakış açımız, hayatın getirdikleri ve götürdükleri bizi yalnızlaştırmış olsa da, yapayalnız hissetmemizin asıl kaynağı içimizde oluşan algıdır. “Zaten anlamazlar, boşuna anlatma” diye direten iç seslerimiz çoğaldıkça, kısıtlanmış hissederiz. Anlatmaktan vazgeçeriz… Bir ileriki adımda da denemekten vazgeçeriz. Hayatımızın mutsuzluk hissettiren parçaları için aynı iç seslerimiz “Zaten değişmeyecek, boşuna uğraşma” demeye başlar. İşte o nokta, yapayalnızlık girdabının başladığı noktadır.

Kendimizi yalnız hissettiğimizde ne yapmalıyız?
Kendimizi böyle hissettiğimiz bir andaysak, yapılabilecek iki şey var ve bunları mutlaka bu sırada yapmak gerekiyor: Kabul ve çaba. Önce durumu, duygumuzu, sıkışmış zihnimizi değişim beklentisi olmadan, olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyor. Bu da kendimizi anlamakla mümkün. “Ben şu an çok yalnız hissediyorum. Sanki herkes beni terk etmiş. Telefonumun çalmayışı ya da hep konuşmak istemediğim kişilerin araması beni mutsuz ediyor. Gerçekten canım yanıyor. Bağırmak, isyan etmek istiyorum…” Yaşadığımız durum her neyse, o durumu olduğu gibi gözlemlemek, içimizde tahlilini yapmak, sebebine dair fikir edinmeye çabalamak ve bu durumu körükleyen bakış açımızı gözlemlemek gerekir. “Sanırım hep hayatımda eksik olanı görüyorum. Bu da beni daha mutsuz kılıyor. Bir de olaylara hep siyah ya da beyaz olarak bakıyorum. Oysa belki de griler çoğunlukta…” Değerli olan, iç sesimizin daha anlayışlı bir tonda konuşması.

Durumu olduğu gibi, tarafsız bir şekilde gözlemledikten sonra, onu kabullenmek önemli. “Tamam, durum bu. Belki ileriki aşamada değiştirmek için bir şeyler yapabilirim; ancak şu an sadece bunu kabul ediyorum. Şu an yalnızım ve mutsuzum.” Bu kabullenme hali, olanı gerçekçi bir gözle, olduğundan daha çözümsüzmüş gibi algılamadan görebilmek demektir.

Ancak samimiyetle durumu kabullendikten yani objektif olarak gözlemledikten sonra, neleri farklı yapabileceğimize dair olasılıklarımızı değerlendirmemiz mümkün olur. Bu noktada kısıtlayıcı bakış açısından çıkmak önemlidir. Geçmişte göremediğimiz bir çare, bir değişim ihtimali, farklı bir aktivite ya da bakış açısı mutlaka vardır. Asıl mesele bunu görebilmektir. Belki biriyle dertleşmek, belki günlük tutarak içimizi kağıtlara dökmek, belki eskiden okumadığımız yeni tür kitaplar okumak, belki de yeni bir çevreye girmek bakış açımızı değiştirmemizi sağlayacaktır.

Tüm bu süreçte altın kural, hiçbir şeyin dünden bugüne var olmadığını hatırlamaktır. Telefonunuza günlük hatırlatmayla bunu işlemek, bir post-it üzerine yazıp aynanıza asmak, sabah-akşam reçeteli ilaç gibi kendinize bunu hatırlatmanız gerekir. İnsan yalnızlığını yalınlaştırmaya çalıştığında eski alışkanlıkları ve bakış açısı kolayca geri gelme eğilimindedir. Dolayısıyla, yeni yaşantı oturana kadar iki ileri, bir geri gidecektir. Değerli olan kelebeğin kozadan bir günde çıkmadığını her an hatırlamaktır.

İşte bu bakış açımızı tarafsızlaştırdığımız ve değişim odaklı gözlemlemeyi öğrendiğimiz, algımızı yeniden yapılandırma sürecinin sonunda, kalabalık yalnızlık dağılıverir. Hayatımız daha istediğimiz gibi olan anlarla dolmaya başlar. İnsanlarla temasımız iyileşir ve yeniden doyurucu olmaya başlar. Bu insanı seçilmemiş yalnızlıktan kurtarır. Geriye, ara sıra, seçerek var ettiğimiz yalın yalnızlığımız kalır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir